“Muhammed Postacı mıydı?”

Kuran’ı, yanına mezhep kitaplarını koymadan, anlamını gelenekçi yorumların sınırlamalarına maruz bırakmadan, bugün iniyor gibi anlamak gerektiğini savunanların sayısı artıyor. Buna karşılık, karşıt görüşün sıkça yönelttiği “Peygamberin örnekliğine gerek yoksa Muhammed Postacı mıydı?” sorusuna verilmiş gerçek bir yanıta rastlamadım. Bu kısa yazıda bunu deniyorum. Yazıyı aynı zamanda Neden Yalnızca Kuran? kitapçığımın içine bir alt başlık olarak ekledim. Eleştirenden Allah razı olsun.

Kuran’a bir kişinin örnekliğini eklemeye gerek olmadığı ve Elçi’nin görevinin iletmek olduğu savunulduğunda “Elçi postacı mıydı?” eleştirisi yapılır. Elçi Allah’ın postacısı bile olsaydı bu onurlu bir görev ve çok büyük bir sorumluluk olurdu. Buna burun kıvırır görünen bu soru, acaba Allah’ı hakkıyla değerlendiremiyor mu? Elçi gerçekte elbette postacılık yapmış, kitabı halkın ileri gelenlerine teslim edip işine gücüne dönmüş değildir. Böyle yapması Kitap’ın buyruklarıyla çelişirdi. Kitap Elçi’yi onu uygulamakla görevlendirir:

Allah’ın indirdiği ile aralarında yargı ver ve onların isteklerine uyma… Maide 5:49

De ki: “Allah’ın kaynaklarının benim yanımda olduğunu söylemiyorum. Gizli gerçekleri de bilmiyorum. Kuşkusuz, bir melek olduğumu da söylemiyorum. Ben, yalnızca bana bildirilene bağlı kalırım!” Enam 6:50

Kuşkusuz o, sana ve toplumuna bir öğretidir. Ondan hesaba çekileceksiniz.  Zuhruf 43:44

Ondan hesaba çekilecekler arasında Elçi de vardır. Elçi Kitap’ı harfi harfine uygulamış olmalıdır. Uygulamasaydı kendisi övülmüş makama ulaştırılmazdı (17:79), Kuran da bugüne ulaşmazdı. Çünkü insanlara en büyük güveni veren davranış söylediğini yapmak, sözü ve işi bir olmaktır:

İnsanlara erdemli olmaları öğüdünü verirken, kendinizi unutuyor musunuz? Bakara 2:44

İyi kullar hakkında sık kullanılan bir niteleme olan sıddık sözcüğü özü sözü bir olmak, dürüstlük olmak anlamlarına gelir ve güvenilirlik ölçütüdür:

Çünkü Allah’a ve elçiye kim bağlı kalırsa; işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, doğruyu söyleyenlerle [sıddıklarla], tanık olanlarla ve erdemli olanlarla birliktedir. İşte onlar, ne güzel arkadaştırlar [yoldaştırlar]. Nisa 4:69

Hz. Muhammedin Hayatı yazımda açıkladığım üzere, Kuran aslında Muhammed Peygamber’in yaşadığı durumlar hakkında yeterince bilgi verir. Kuran’ın üzerine siyer kitaplarını eklemeye gerek kalmaz. Tersine, siyer kitaplarının tarihselci yaklaşımı sonucu Kuran’a bütünüyle karşıt öyküler ortaya çıkmıştır. Hangi mezhebin olursa olsun, herhangi bir siyer kitabıyla Kuran’ı karşılaştırmaya başlar başlamaz aradaki uyumsuzluk benim verdiğim örnekte olduğu gibi ortaya çıkacaktır. Sorun, gelenekçi öğretinin at gözlüklerinden kendini kurtararak Kuran’ı anlamaya çalışmamaktan kaynaklanır. Muhammed adının dört ayette geçiyor olması, gelenekselci gözlükle okuyanları Muhammed’den yalnızca dört ayette söz edildiği yanılgısına götürür. Oysa Kuran’ın bütün buyruklarına uymuş olması gerektiği için bütün buyruk ayetlerini yerine getirmiş olduğu bilgisi, inkarcıların eleştirilen davranışlarından uzak durduğu bilgisi de bize sunulur. Hata yaptığında Kuran onu uyardığı için yaptığı hataları da biliriz:

Allah, seni bağışlasın; doğruyu söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları bilinceye değin, onlara neden izin verdin? Tevbe 9:43

Allah’ın nimet verdiği ve senin de nimet verdiğin kişiye; “Eşini bırakma ve Allah’a yönelik sorumluluk bilinci taşı!” demiştin. Çünkü insanlardan çekindiğin için, Allah’ın açığa çıkaracağı şeyi içinde saklamıştın. Oysa Allah, Kendisinden çekinmene daha yaraşır… Ahzab 33:37

Ayrıca 8:67, 48:2, 80:1-10 ayetlerini inceleyiniz.

Dolayısıyla Muhammed’in elçilik görevinde bunlardan başka ciddi bir hata yapmadığı bilgisi de özlü biçimde verilmiş olur. Kuran’da yazanlar gibi yazmayanlar da birer veridir. Gelenekselci okuma bu verilerden yararlanmak yerine tarih kitaplarına başvurur, eksiksiz olan Kuran’ı böylece tamamladığını sanır.

Şimdi gelelim postacı eleştirisine… Zamansız ve Tanrısal gerçeklerden söz eden 600 sayfalık bir kitap yazabilen herkes çevresini kendisinin Tanrı’nın elçisi olduğuna inandıramaz. Kuran’ı okuyan ilk kişi ise çevresindeki pek çok kişiyi inandırabilmiştir. İnandıramasa idi düşüncenin, felsefenin, savaşların, uygarlığın tarihini ve dünya haritasını değiştiren büyük bir devinim ortaya çıkmazdı. Günümüz insanı devrim denen şeyin her çağda olduğunu, her çağın günümüzdeki kadar hızlı olduğunu varsaydığının ayırdında değildir. Ta ki konu üzerinde düşünmeye başlayıncaya, iki satır tarih okuyuncaya dek. Bilinen tarih günümüzdeki denli hızlı değildir, son derece durağandır. Son üç yüzyıl hızlı fikirsel dönüşümlerle, büyük toplumsal yıkımlarla ve yapımlarla doludur. Kimi tarihçi buna “tarihin hızlanması” der. İlk ve Orta çağlarda hızlı değişimler son derece ender olaylardı. Gelenekselci tarih kitapları Muhammed’in zamanında Arap Yarımadası’nda peygamberlik iddiasında bulunan bir sürü şairin bulunduğunu yazar. Gelenekselciler nasıl olup da bunların arasından birinin sıyrılabildiği sorusunu kendilerine sormazlar. Sorarlarsa yine gelenekselci bakışın Kuran’a aykırı olarak ürettiği yanıt hazırdır: Muhammed insanları sözde Ay’ın yarılması gibi kişisel mucizelerle ikna edebilmiştir. Bu senaryoda Kuran’ın payı ikinci plandadır.

Gerçekte ise insanlar Kuran’ı işiterek ikna oldular. Sözün kaynağı olan kişinin sözü ödünsüz uyguladığını anladıklarında ise ikinci kez emin olmuşlar, gerçeğe teslim olmaktan başka seçenekleri kalmamıştır. Ne var ki bu uygulama, taşa yazılmışçasına değişmez bir örneklik değildir. Değişmez bir örneklik gerçekleşse idi Kuran’ı koruyan Allah bu örnekliği de son güne değin bütün kuşaklara iletebilmenin koşullarını yaratırdı. Oysa Elçi ölür ölmez patlayan iktidar kavgasında uygulama -hangi alanda ve ölçekte olursa olsun- bozulmaya başlamıştır. Kuran abdeste kulakları katmaz, bugüne ulaşan uygulamada kulaklar da vardır. Kuran Gayrimüslimlere fazladan vergi konmasını önermez, bugüne ulaşan siyer kitapları Elçi’nin koyduğunu öne sürerler. Muhammed’in son peygamber olacağının bildirilmesi boşuna değildir. Bu özlü bildiri dolaylı bir uyarıyı da içerir: “Bundan böyle sizi uyarmak üzere Tanrı’dan özel görev almış kimse gelmeyecek. Bundan böyle size örneklik etmek üzere kimse görevlendirilmeyecek. Kitap sizin her şeyiniz.” Elçi ölür ölmez çoğunluğun Kuran’dan yüz çevireceğinin işareti daha o hayattayken, Kuran’da verilmiştir (3:144, 6:112). Muhammed’in oluşturmayı başardığı tinsel, dinsel veya Tanrısal aydınlanma ve ardından gelen toplumsal hareketlilikler tarihsel açıdan olağanüstüdür. Üzerinde durulması gereken nokta, kutlu Peygamber’in bu denli büyük bir değişimi nasıl oluşturabildiğidir. Bugün ülkemizde politikacılara olan güven sıfıra yakın düzeye inmiştir. Bunun en büyük nedeni her birinin ideolojik olarak saçmalıyor olması değil, sözleri ile eylemlerinin uyuşmamasıdır. Söz ile eylem uyumsuzluğunun yarattığı ikiyüzlü görünüşün ani etkisi güvensizlik, kalıcı etkisi ise toplumun çözülmesidir. Kuran, Muhammed’in çağdaşlarına olduğu kadar bütün inkarcılara bu eleştiriyi yöneltir:

Üstelik yapmadıkları şeyleri söylüyorlar. Şuara 26:226

Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah’ın katında sevilmeyen şeydir.  Saf 61:3

Ey peygamber! Yürekleri inanmamış olmasına karşın, ağızlarıyla “İnandık!” diyenler ve Yahudiler arasında nankörlük etmekte yarışanlar seni üzmesin. Maide 5:41

Ayrıca 14:22 ayetinde şeytanın davranışına ve 29:61,65 ayetlerindeki çelişkili davranışlara dikkat ediniz.

Muhammed, Kuran’ı yazıyor ve çevresine yayıyordu, gereğini de yerine getiriyordu. Çevresindekiler Kuran’ın metni içinde çelişki bulamadılar. Bu, onun Tanrı yapısı olduğunun yeterli kanıtıydı.

Kuran’ı, yine de düşünmüyorlar mı? O, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, kesinlikle içinde çok sayıda çelişki bulurlardı. Nisa 4:82

İlginçtir, Kuran gibi evrenin de Tek Tanrı yapısı olmasının kanıtı, onda çelişki olmamasıdır:

O, yedi gök katını tam bir uyum içinde yaratmıştır. Bağışlayanın yaratışında bir aksaklık göremezsin. Haydi, bakışlarını çevir; bir çarpıklık görüyor musun? Sonra, bakışlarını birçok kez çevir; umarsız ve tükenmiş bir biçimde bakışların sana dönecektir. Mülk 67:3-4

Çevresindekiler Muhammed’in davranışlarında da çelişki bulamadılar. Ne kendi içinde çelişiyordu, ne de Kuran’la. Bu, onun Tanrı tarafından görevli olduğunun kanıtıydı:

Öyleyse yalanlayanlara uyma. Kendilerinin ödün verip uzlaşabilmesi için senin de ödün verip uzlaşmanı istediler. Kalem 68:8-9

Ve dirençli ol. Kuşkusuz, Allah, iyilik yapanları ödülsüz bırakmaz. Hud 11:115

Seni güçlendirmiş olmasaydık, gerçek şu ki, onlara biraz eğilim gösterecektin. İsra 17:74

Kuşkusuz sen güçlü bir karaktere sahipsin. Kalem 68:4

Daha yüz yıl olmadan Hicaz’dan başlayarak geniş bir coğrafyaya Kuran kopyaları yayıldıysa –ki gelenekselciler de bunu söylerler– bu, Muhammed’in gerek yazdığı ve söyledikleriyle, gerek bu sözlere kendisinin sadık kalmasıyla olmuştur. Bu sadakatiyle izleyene de, inkarcısına da sonuna dek güven veren bir kişi olması sayesinde olmuştur. Kuran’ın onu izleyenlere vaatlerinin gerçekleştiğine Muhammed’in çağdaşları tanık olmuşlardır. Burada sözü edilen, sık karşılaşılan bir olay değildir. Hatta olağanüstü denecek denli ender bir durumdur. Bu olağandışılığın kendisi inkarcıların bir bölümünü ikna etmiş ve daha önce düşmanı oldukları Kuran’ı izleyenler safına katılmışlardır (73., 93., 94., 110. sureleri arka arkaya inceleyiniz). Gelenekçi, mezhepçi tarih kaynakları da bunu böyle yazar. Kuran’da merkezi bir kavram olan ve büyük bir hatayla “inanmak” olarak çevrilen iman sözcüğünün asıl anlamı güvendir. Aynı kökten gelen emniyet teşkilatı, emanetçi, emniyeti suiistimal gibi terimleri Türkçeleştirirken güven sözcüğüne başvurmak zorunda olmamız (güvenlik örgütü, güveni kötüye kullanma gibi) bunun yaşayan kanıtıdır. Kuramsal olarak bugün Muhammed gibi yaşamını Kuran’a sadakate adamış ve insanları onunla uyarabilen birisi çıksa aynı devrim yeniden gerçekleşecektir. Çünkü bu kişi güven verecektir. Nitekim Müslümanların bugün güven veren örnek insanlar olmayışlarının sorumlusunun Kuran olmadığı, Kuran’ı uygulamayarak çelişkiye düşen kendileri olduğu hep yazılıp söylenen bir gerçektir. 2:44 ayetinin muhataplarından olan Katolik kilisesinin ahlaksal çürümüşlüğü, XVI. yy’da otoritesinin zayıflamasıyla ve Protestan mezheplerin türemesiyle başlayan, bugün Hristiyanlığın bütünüyle reddine varan yolu açmıştır. Üzerinde azıcık kafa yorulunca “Postacı mıydı?” sorusunun yersizliği ortaya çıkmaktadır. Postacı değildir, sözü ve uygulaması bir olan elçidir.

“Allah’ın rahmeti sayesinde, onlara yumuşak davrandın. Kaba ve katı yürekli olsaydın, senin etrafından kesinlikle dağılırlardı (3:159).” ayeti durumu anlamamıza biraz daha yardımcı oluyor. Muhammed Peygamber insanları çevresine toplamakta ve onların ilgisini ayetlere, ayetlerin istediği davranışa yönlendirmekte başarılı oldu. Bunun ne kadarı karizma, ne kadarı metnin etkisi, bu tartışılır. Konu bu değildir. Konu, Muhammed’in öğütlediği ahlakı uygulayan bir örnek göstermesi ve böylece çevresinde öğütlediği ahlakı uygulayan bir çekirdek topluluk oluşturmayı başarması. Bu çekirdeğin kaç kişi olduğu da konu değildir. Dikkatimizi toplamamız gereken yer, bir ahlak öğretisinin ancak onu içtenlikle uygulayan bir çekirdek topluluğun örnekliğinde yayılabilecek olması. Nitekim Kuran hızla Peygamber’in çevresine yayıldı ve gerek sözel gerek metinsel olarak çoğaltıldıysa, onun yönergelerini içtenlikle uygulayan bir önder /öğretmen /denetmen ve onunla birlikte hareket eden ve aynı öğretiyi benimseyen bir çekirdek kadro sayesindedir. Bu çekirdek kadroyu var eden de yine özünde öğretmenin söylediğini yapmasıdır. Bunun böyle yaşandığını anlamak için tarih kitaplarına bakmamız gerekmez, bu durum Kuran’dan anlaşılmaktadır. İronik biçimde, Kuran’ı uygulamak için ille de Muhammed’in örnekliğine gerek duyduğumuzu öne süren gelenekçiler bu tezi güçlendirdikleri gibi, çürütmek için bir dayanağa da sahip değildirler. Peygamber sağ iken onun örnekliğine bir anlamda “gerek” vardı çünkü Kuran’ın bildirdiği ve uygar insan için sürdürülebilir olan tek ahlak öğretisini benimsemiş birisini görmeye gerek duyuyorlardı. Ki bunu uygulamak yaşamı nasıl iyileştiriyor, nasıl saygın ve arınmış bir kişilik üretiyor tanık olsunlar. Ve sonrasında saygın ve arınmış bir toplum örneğini kendileri oluştursunlar. Ve fakat bugün bu örnekliğe gerek yok, çünkü Muhammed’in yaymaya çalıştığı mesaj kitabın metninde taşınarak yayılmış durumda. Muhammed’in görevi de buydu; tamamladı; başardı. Ne zaman kitabın ahlakını içine Sünnet, tasavvuf, modernizm, bireycilik vb. ekstraları karıştırmadan benimseyip ödünsüz uygulayan bir çekirdek topluluk daha çıkar, bir devrim daha olur, tarladan ayrık otları yeniden yolunmaya başlar.

Melekler de elçilik görevi yaparlar (22:75). 15:51-60 ayetlerinde İbrahim Peygamber’e müjde veren melek elçiler 15:61’de Lut Peygamber’e de insan biçiminde görünüp haber getirirler. Melekler Allah’ın sözünü kullarına iletirlerken Allah’ın iradesine boyun eğer, onu gerçekleştirmesinin aracı olurlar. İnsan elçiler de başka şey yapmış değildirler. Allah’ın sözünü taşımış, onun iradesine boyun eğmiş ve onu gerçekleştirmesinin aracı olmuşlardır. Allah’ın dileği Kuran’ın bugüne ve bundan sonrasına ulaşması idi. Bugüne ulaştığının tanığı değil miyiz? Bu, Muhammed’in elçilik görevini başarıyla yaptığının kanıtıdır. Bu başarıyı anlamak için tarih kitapları zorunlu değildir. Muhammed postacılık yaparak Kitap’ı yazıp bıraksaydı, herhalde yüzbinlerce bağlısının ve “fanatiğinin” ortaya çıkıp onu dünyaya yayması, bugüne ulaşmasını sağlaması olanaklı olmazdı. Kuran’da Allah’ın onu koruyacağı sözü verilir. Allah bu sözü gerçekleştirmek için insanları kullanmakta, yani oluşturmayı dilediği sonucun nedenlerini de yaratmaktadır. Bu gereksiz sorunun en kısa yanıtı budur.

Bir Cevap Yazın