Evlilik Sözleşmesi

Bu sözleşme Kuran’a “duyduk ve boyun eğdik” yanıtı verenlerin yapacakları evlilikler için bir öneridir, düşünme alıştırmasıdır.

Böyle bir sözleşmenin gereği her geçen gün Kuran’a daha aykırılaşan seküler yasalardır. Türkiye’nin evlilik ve boşanmayla ilgili yasaları Kuran’a uygunluk şöyle dursun, mutlu bir evlilik yapabilmek için bile uygun değildir. Polisin, aile mahkemelerinin ve Yargıtay’ın davranışı bunların artık evlilik konusunda yetkin birer hakem olamayacaklarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu durum karşısında Kuran bağlılarının evlilik birliğini üzerinde uzlaştıkları adil, tektanrıcı kurallarla kurma gereksinimi doğmuştur.

  • Bu evliliğin imam nikahı, dini nikah vb. adlandırılıp adlandırılmayacağı önemsiz ve kişisel bir konudur. Önemli olan amaçtır. Kuran bağlısının kaygısı amacı gerçekleştirmektir, çoktanrıcı kalabalığa iyi görüntü vermek değil.
  • Şu veya bu suçlamayla tektanrıcı nikahları karalamaya, yasaklamaya çalışacak olanlar; bu gerekliliğin doğmasına neden olanların ta kendileridir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Hristiyan-Yahudi toplumundan doğrudan ithal edilen ilk medeni yasası ve ilk ceza yasası, Kuran’a bugünkü yasalardan daha yakındı! Müslüman olduğu öne sürülen bir ülkede bu durum açıklanmaya muhtaçtır. Bu çelişkiyi açıklamakla ve savunmakla yükümlü olanlar Kuran bağlısı tektanrıcılar değildir.
  • Seküler yasalar ve yasa yapma mantığı kendi doğrularıyla çelişmektedir. Yürürlükteki anayasaya ve seküler hukuka göre, kazanılmış haklar geri çevrilemez ve çıkarılan yasalar geriye doğru işleyemez. Hükümetin yaptığı yasa değişiklikleri bu ilkeleri çiğnemekte ve geriye doğru işletilmektedir. Sözgelimi 2002 yılında evlilik bağıyla bağlanan bir çiftin tabi oldukları yasalar ve birbirlerine karşı hakları, imza atmalarından sonra hükümet tarafından iki kez medeni yasa değişikliğiyle, bir kez de “kadına şiddet” yasası ile en az üç kez değiştirilmiştir. İki kişi arasındaki sözleşmenin üçüncü bir kişi tarafından keyfi olarak değiştirilmesinin meşru sayıldığı yerde o üçüncü kişinin tanıklığı ve hakemliği artık geçerli olamaz. Evlenmeye bugün karar veren çiftler bu evliliği hangi yasaya, hangi ahlaka göre kurduklarını bilmelidirler. Resmi evliliklerde artık bu bilinirlik ve güvence yoktur. Eşler her an sürpriz bir içerikle doldurulabilecek boş senetlere, boş dilekçelere imza atmaktadırlar.
  • Kuran’ı beğenelim veya beğenmeyelim; ayrılık durumunda kadına ödenecek olan ödentinin önceden belirlenmesi ve kayıt altına alınmasının Kuran’a göre yapılacak evliliklerin yadsınamaz avantajı olduğunu kabul edelim. Çünkü ayrılık gereği doğduğunda çiftlere kanlı-bıçaklı olmadan, alçalmadan, çirkinleşmeden, torpille iş başına geldiği bilinen farklı dinden yargıçların hakemliğine başvurmadan ayrılabilme olanağı sunmaktadır. Ayrılık kararının bir para kavgasına, bir yatırım fizibilitesi hesabına dönüşmesini engellemektedir. Bununla birlikte Kuran’daki sistem, daha evliliği düşünme aşamasındayken boşanma ve para kazanma hesabı yapan avcı kadınların önünü kapatmaktadır. Kuran’a burun kıvıranlar hem bize hem de kendilerine bir iyilik edip seküler sistemin bu güvenceleri neden kuramadığını sorgulasınlar.

Bu nedenlerden dolayı evlilik gereksinimi Kuran bağlılarının önünde çözülmesi gereken önemli bir sorun olarak durmaktadır. Kuran bağlılarının önünde iki seçenek vardır:

a) Çoktanrıcı yasalara göre evlilik sürdüğü sürece birbirleri için birer giysi olamayan eşler, birbirlerinin ateşle sınanmalarına izin vereceklerdir. Yasal olan ama Kuran’a göre meşru olmayan, maruf olmayan, iyi olmayan davranışlardan korunmuş olmamanın yarattığı kaygıyla günleri geçecektir. Çoktanrıcı geniş toplumda Müslüman kişinin en büyük sığınağı ve dayanağı olması gereken eş, ihanetinden emin olunamayan bir yarı-yabancı olacaktır. Bu kuşkusuz Kuran’ın selam (esenlik) dediği durum değildir.

b) Veya farklı bir yol arayacak, çoktanrıcı yasalara göre boş kağıda imza atmayacak ve kendi yasalarını kendileri yapacaklardır. Bunun yolu Kuran’daki evlilik bilgisini iyi çalışmak, bol bol tartışmak, bu bilgiyi topluluğa yaymak ve böylece üzerinde uzlaşılmış ve evliliklerinin temelini oluşturacak bir asgari müşterek oluşmasını sağlamaktır. Her şeyde olduğu gibi sabır anahtardır. Uzun vadeli düşünülmelidir. Olgunluğa ulaştırılmış Kuran’a uygun bir yasa değişikliği tasarısı, mal rejiminde olduğu gibi seçenekli olmak üzere meclise sunulmalıdır. Çoğulcu demokrasinin sürekli yalan çıkan “farklı yaşam biçimlerine saygı duymak” vaadinin gerçekleşmesi için baskı grupları oluşturulmalıdır. Çoktanrıcı baskı grupları istedikleri zorlayıcı, dayatmacı yasayı çıkartabilirlerken tektanrıcı bir baskı grubu isteğe bağlı bir değişikliği neden yaptıramasın?

Bu iki seçenekten ikisinde de kesin yanıtlar ve kesin güvenceler yoktur. Resmi olmayan nikah seçeneğine gelecek itirazlar bellidir: Hakkı yenen taraf hangi mahkemeye gidecek, yaptırımı kim uygulayacak? Oysa birinci seçenekte de aynı güvensizlik bulunuyor. Seküler yasalara göre yapılmış evlilikte evin içinde gizli ses ve görüntü kaydı alınabiliyor örneğin. Açılacak boşanma davaları aylar öncesinden incelikle hesap edilebiliyor, eşi izlemesi için detektifler görevlendirilebiliyor. Bu kesinlikle huzur ve güven ortamı değildir. Kuran bağlıları böyle çirkin işler yapmayacaklarına güveniyorlarsa ikinci seçenek onlara bir şey kaybettirmeyecektir.

Şöyle düşünün: Diyelim ki yaşlılarından sıkılmış bir toplumuz. Çocuklar yaşlanan ana-babalarına bakmak istemedikleri için hükümet yasa çıkararak bunu zorunlu kılıyor, böylece sorunu çözüyor. Kuran bağlıları “bu yasa gerekli, çünkü bu yasa olmasa bir ana-babamıza bakmayız” demeyeceklerdir. “Bakmayacak olanlar elbette var ama biz yasa olsa da olmasa da ana-babamıza kötülük etmeyiz” diyeceklerdir. Onlar zorunlu olsa da olmasa da ana-babalarına bakacaklardır; çünkü aralarında bir güven/onur sözleşmesi vardır. Evlilik konusunu da böyle görmeyi deneyin.

Aşılacak tek ciddi sorun çocukların nüfusa nasıl kaydettirileceğidir. Bu da örgütlenerek zamanla aşılabilecek bir sorundur. Hiç sıkıntı çekmeden yol almak olanaklı değildir. “Biz Müslümanlar” adı altında Kuran bağlılarının her sorununu çözmeye çalışan bir örgüt yerine küçük birer adım atacak sivil toplum girişimlerine gereksinimimiz vardır. Sözgelimi resmi nikahlı olmayan çiftlerin çocuklarının haklarıyla ilgili bir girişim. Dinsel referanslara da gereksinimimiz yoktur. “Biz bu yasaları ve mahkemeleri adil bulmuyoruz ve resmi nikah yapmıyoruz. Ama çocuklarımızı da ezdirmeyiz.” Bundan doğal ne olabilir? Örgütlerin ortaya çıkacağı güne dek çocuk yapmayacak olan çiftler (çocuğu bulunan boşanmış kişiler, orta yaşlılar) için hiçbir engel yoktur.

Kuran’ın ilkelerinin ve kurallarının birbirinden kopuk olarak, tek tek yargılanıp değerlendirilemeyeceğini hatırlamak gerekiyor. Kuran, evliliği zorlaştırmamıştır. Evliliği zorlaştıran, Türklerin bugünkü yozlaşmış töreleri ve seküler yasalarıdır. Evlilik gittikçe daha zor, kadınlar için anlamsız, erkekler için parasal açıdan yıkıcı ve hem parasal hem duygusal açıdan korkunç düzeyde riskli bir iş olmaktadır. Boşanmalar her iki taraf için duygusal çöküş nedeni olabilmektedir. Oysa boşanma dediğimiz şeyin tıpkı bir hastalıktan iyileşme gibi, veya zarar eden bir işyerini kapatmak gibi yaşamın akıp giden zenginliği içinde tatlı-ekşi bir deneyim olması gerekiyor, küçük bir kıyamet değil. Yozlaşmış evlilik kurumunun ağırlığıyla herkesi ezdiği bu ortamda yolunu kaybetmiş kalabalıklara zina makul bir alternatifmiş gibi görünmeye başlıyor. Kuran’ın zinayı yasaklamış olmasını değerlendirirken evliliği zorlaştırmamış olmasını da hesaba katmak gerekir. Dost hayatını bu kadar çekici bir seçenek yapan şey evliliğin zorluğudur. Evliliği kolaylaştırmadan zinacıyı cezalandırmak onun için işe yaramayacaktır. Kuran’ın evlilik ve ilişki konusunda söylediklerini bir bütün olarak uygulamak veya hiç uygulamamak; seçenekler bunlardır. Evliliği kolaylaştıran ilkeleri görmezden gelerek zinayı yasaklama girişimi başarısız olacaktır. Seküler hukukun Kuran’dan ayrıldığı noktalardan biri budur: Seküler hukuk gereksinimlere bütüncül yaklaşmaz; yalnızca bir “yasak” dairesi çizer ve onun dışını kaosa terk eder. Onun için Kuran bağlılarının seküler düşünme biçimlerini terk etmeleri gerekir. “Karıma istediğim gibi davranabilirim ama vuramam…” Bu, seküler evlilik ahlakının bir yüzüdür örneğin. Seküler ideoloji, yasaya aykırı olanlar dışındaki davranışlarınıza karışmaz, bir fikir de bildirmez. Oysa Kuran yalnızca yapamayacaklarınızı size okuyan bir yasa kitabı değildir. İyiliği anlatır, iyiye çağırır, kolaylaştırmaya çağırır. Yaptırım ondan sonra gelir. İyiye çağrı yapılmayan yerde kötülüğü kovuşturamazsınız. Bu yüzden seküler ahlak kalıcı olamayacak. Çünkü seküler ahlak iyiye çağrı yapmaksızın, iyiyi tanımlamaksızın kötüyü cezalandırmaya kalkıyor. Evliliğin ne olduğunu bile bilmezken eşler arasındaki anlaşmazlıklara hakemlik etmeye kalkıyor. Çökecektir.

Bu sitede haham Yahudiliğinden Müslüman kültürüne geçen öğelerden çokça söz ediyorum ama madalyonun bir de öbür yüzü var. Görebildiğim kadarıyla Yahudilerin din konusunda Müslümanlardan belirgin olarak daha iyi yaptıkları iki şey var: Birisi ergenlerin yetişkinliğe (ve dolayısıyla dine) girdikleri tarihi belirleyen Bar Mitzvah töreni, öbürü mehir sözleşmesi. Ketuba denen bu sözleşme geleneksel olarak haham tanıklığında imzalanıyor ve evlilik ödentisinin (mehir) senedi olarak geline veriliyor.[1] Evlilikler, ayrılıklar ve çocuklar hahamın defterine titizlikle kaydedildiği için cemaat içinde kuşku, dedikodu, gizli-saklı, gayrimeşruluk durumları olmuyor. Yani en azından teoride Kuran’ın “sözleşmeleri yazın” buyruğunu Müslümanlardan daha iyi uygulamış oluyorlar. Uygulamada Türkiye’deki Müslümanların bu sistemi Kuran’a uygun olarak (Yahudileri taklit etmeden) kurmalarının zamanı gelmiştir. Rahiplik gibi saçma bir kurum oluşturmadan, birbirlerine meşruiyet kaynağı olacak, birbirleri için kefiller, tanıklar ve hakemler olacak topluluklar kurmalarının zamanı gelmiştir. Pislikten arınmak isteyenler için çöldeki ot gibi tek başlarına yaşama yolu kalmamıştır. Kuran, bireysel bir din anlatmıyor.

Seküler ezberleri ve düşünme biçimlerini terk etmemiz gerekiyor. Her sözleşmede olduğu gibi bu sözleşmede de imzadan önce salât (izlengi, öğreti) kurumunun işletilmesi, yani Kuran’ın konuyla ilgili ilkelerinin eşlere öğretilmesi ve benimsetilmesi (secde ettirilmesi) gerekiyor. Bu eğitim eşlerin düzeylerine bağlı olarak bir günden başlayıp birkaç haftaya dek sürebilir. İlgili ayetlerin nikah töreni sırasında eşlerin ve tanıkların yüzlerine okunması, bu eğitimin ardından simgesel bir tanıklık ve son bir hatırlatma anlamında olacaktır.

Belgeyi belge yapan şey, yalnızca insanların ona yüklediği anlamdır. Bir banknotu geçerli kılan şey satıcının onu kabul etmesidir. Elinizdeki Türk lirası Edirne’nin ötesinde geçmez. Bu onun değersiz olduğu anlamına gelmez. Bu yazılı evlilik sözleşmesinin seküler kurumların veya çoktanrıcı kişilerin gözünde anlamsız olması onu değersiz kılmaz. Onun geçerli olduğu yer Kuran bağlısı toplum olacaktır.

 

[1] https://ketubah.com/text-selection/browse-by-category/ adresinde mezhebe göre İngilizce metin örneklerini inceleyebilirsiniz.

Bir Cevap Yazın